Trenler derin ve ince
bir yoldu; garlar o yolun yüksüğü... Sonra bir sabah insanlar öldürüldüler; el
bellendiğimiz yere kan oturmuştu hani... Saçma bir kürsü yerine bir sıranın
burnuna oturup öğrencileri dinlemek istemiştim. Bir kadın da o vakit uzanıvermişti
omzuma:
"Ben bu okula
gelmeden öncesine kadar Kürtleri sevmiyordum hocam. Sonra oda arkadaşım
Şırnaklı çıktı. Onunla sohbet ettik. Pek çok şey anlattı ama en çok şu
etkilemişti beni: "Ben" dedi, "kapımın önünde dolanan askerler
istemiyorum, mahallemde ölüm kokusuyla gezinmek istemiyorum". Sonra
değişti düşüncelerim."
Dokunmak değil de bellemek istediğimizde zamanı, sanki terleyip buharlaşıveriyor. Çok değil az
ötesinde bir başka kadın kapımdan seriliverdi önüme! Elleri kara kalem
çizimlerin hızlı devinimleri gibi, köşeli, keskin hareketlerle ağlayan sesini
karalıyordu.
" Dayanamıyorum
hocam! Aileme zar zor ulaşıyorum. Ulaştığımda da en azından kardeşimle benim
orada olmayıp da kurtulduğumuzu söylüyorlar. Her gün birisi-hangisi... ölecek
diye düşünemiyorum, yıldım artık hocam! Önümde birinci dereceden akrabamı
vurdular. Bu nasıl bir şey hocam düşünün! Nasıl atlatılır bilmiyorum,
deliriyorum..."
Acıların ertesi, ağıtların bağlacı... Duraklıyor, devingen
elleri de yumruk olup iniverdi. Kurumsal
saygı sanrısının yersiz sınırından olsa gerek, dövünmek yerine diz kapaklarını
yoğurmaya başladı.
" Özel arkadaşım
da orada. En son konuştuk...Su bidonlarını vurmuşlar hocam. Yiyecek yok, su
yok!Deyin bana ben ne yapayım? Neden kimse bir şey yapmıyor? Anlamıyorum,
anlayamıyorum hocam! Haberlere bakın!...
Bu nasıl iştir hocam?"
Yüzünün rengi, adının anlamına tezat, sormaya devam ederken
bir tür sayıklamaya düşmüştü sesi de, elleri de...
Okuduğumuzu da dokunmaktan ziyade özetlemeye meylettiren
Türkçe derslerine inat, bir tok anlamda, ince bir sessizlikte oturduk.
Ellerinde sınav önceleri fotokopilerle gelip de, "şimdi ben bunlarla n'apıcam hocam?" diye soran
öğrenciler geldi aklıma.
" Hocam... Sizi
rahatsız ettim kusura bakmayın ama arkadaşlar anlamıyorlar. Kimse konuşmuyor,
konuşturtmuyorlar da! Sonra da öfkemizi sorguluyorlar!...Hocam
anlamıyorlar...Ben sadece konuşmak istedim, artık dayanamadım...Yazmıyorlar
hocam!Gerçi yazanları da ne yaptıklarını gördük, görüyoruz..."
Doğanın tüm elementlerini itinayla işkenceye ve ölüme
dönüştürebilen zulmü, kronolojik sırasına almayan tarih derslerine inat baktık
birbirimize. Babamla bir gece yarısı arabanın bagajından kolilerle eve
kaçırdığımız kitaplarının gazete kağıtları ile kaplı çeperi aklıma düştü. Bir keresinde bir cinnet haberi denk düştüğünde,
içerik ve biçim uyumsuzluğunu kavrayıvermiştim.
Acıların ertesi esneyişlerin, ağıtlara uzaklığı...
Mitolojik bir öykünün
yanılgısı gibi, önümüze eğik bakışlarımızda sarıldık. Kağıdı yırtığı bir
yılgınlık değil, kesiği bir öfkede selamlaştık.
" Ben kalkayım
hocam, çok teşekkür ederim..."
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder